Sanat Tarihçisi Özgün Akar İzmir Arkeoloji Müzesi’ne yaptığı gezi ile ilgili izlenimlerini Sanatın Yolculuğu’na yazdı.
Gezi Günlüğü 1: Keşif Turu
YER: İzmir Arkeoloji Müzesi
Taş Eserler Bölümü
Bugünkü gezi alanım İzmir Arkeoloji Müzesiydi. Malum Arkeoloji Müzesi olunca insan daha bir heyecan yapıyor. Oldukça eski dönemlere ait, kazıdan çıkan eserler nasıl heyecan yaratmaz ki insanda. Büyük bir heyecan ile ben de yola çıktım. Konak bölgesinde Varyant olarak adlandırılan yokuşun tam dibinde yer alan bu müze biraz bulması zor olabilir. Varyant yönünden inildiğinde hemen sağ tarafında yanlış hatırlamıyorsam Kültür Varlıklarını Koruma ile ilgili bir kurum bulunmakta. Otopark gibi bir alan var giriş kapısında “Müze girişidir, park etmeyin” yazıyor. Müze deyince herhalde burasıdır deyip giriverdim.
Müze kart ile onay yaptırdıktan sonra sesli rehberi ücretsiz olarak isteyebilirsiniz. Her eseri anlatmıyor. 001 adlı kayıt müze ile ilgili genel bilgi verirken, 002 sadece bugün gezmiş olduğum Taş Eserler Salonunda hangi bölgeden hangi eserlerin geldiğinden, giriş bölümünde yer alan camlı bölümdeki heyelciklerin kısa bir bilgisini veriyor onlar neler mi?
Bu bölümde Pan , Afrodit , Herma gibi heykelcikler de bulunmaktadır. Pan mitolojide insanların yolu kesen onları korkutan bir figürdür bu yüzden Panik kelimesinin kökünün Pan efsanesinden geldiği söylenir. Pan flütü de yine bu efsaneye aittir.
İlerlediğimizde özellikle Roma Dönemine ait heykellerin varlığını görebiliriz. En önemli özelliği Roma dönemine ait portre heykellerinin varlığıdır.
Neden bu kadar önemli dedim?
Roma Dönemi heykelcilik sanatı pek gelişme gösterememiştir. Yunan heykellerini kopya etmiştir çoğunlukla.
Dini gelenekleri gereğince ölen kişinin yüzünün balmumu kalıbı alınır ve cenazeden sonra evin bir köşesinde saklanırdı. Allahtan biz de böyle bir gelenek yok korkardım valla.
Romalılar ünlü kişilerin heykellerini halka açık yerlerde sergilemeyi de çok severlerdi. Bu şekilde portre heykelciliği gelişmiştir.
Normal günlük yaşantısı içinde görünen ifadeler, giyimler, hareketler onlar için doğal bir şeydi. Bu yüzden heykel sanatında bunlar da gözlemlenir. Yunan Sanatındaki ideal form kalıbı ( Tanrı heykellerinde mükemmel insan tasviri gibi) Roma da daha doğal bir hal alır.
Romalılar kendi portrelerini ya da krallara ait portre heykellerinde normal halleriyle, bütün yüz kırışıklıkları, iri ve çirkin burunlarıyla, iç dünyalarına kadar her ayrıntıyı yansıtmışlardır.
Yurttaş portreleri oldukça gerçekçi bir şekilde yontulmuştur.
Bu gelenek İmparatorluk dönemine kadar sürmüştür. Augustus döneminde Yunan normları üzerinden yeni bir üslup ortaya çıkmıştır.
M.S. 2 yüzyılın başlarında klasik formlara dayanan tek tip bir üslup ortaya çıkar.
Roma döneminde portre heykelciliği Altın dönemini M.Ö. 2 yüzyılın ikinci yarısında yaşar.
M.S. 200-250 yılları arasında son derece dışavurumcu ve karmaşık formlar geliştirir. Dönemin sonunda ise ortadan kaybolur. Yerine daha sert, kendini beğenmiş hatlar formel bir portre anlayışı ortaya çıkar.
KİBELE KÜLTÜ
Kibele Ana tanrıçadır. Anadolu kökenli olan kült oldukça yaygın bir inanışa sahiptir. İlk başlarda adı ana tanrıça olarak ne olduğu net bir şekilde adlandırılmazken daha sonra Rhea ( Tanrıların annesi), Kibele, İsis (Mısır mitolojisi) gibi değişik adlar ile adlandırılır.
Kült esas olarak toprağın kaynak olarak görür. İlkel toplulukların ana kültüdür. Doğurganlık sembolüdür. Salona girdiğimizde sol tarafımızdaki camlı panoda Kibele kültüne ait heykelcikler, adak steli ve adak kalkanı bulunmaktadır.
Genel olarak yatarken doğum anında , ya da tahtta otur pozisyonda yanında iki aslan ya da leopar ile betimlenir.
Bu stelde Kibele kabartmanın tam ortasında yanında aslanlar ile sağında ve solunda rahipleri ile betimlenmiştir.
Devamı Gelecek….
İYİ GEZMELER 🙂
Sanat Tarihçisi
Özgün Akar