Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemine paralel olarak gelişen kültür ve sanatın altın çağına “Klasik Dönem” denilmektedir. 16.yy’ın ortalarında belirginleşen Klasik Osmanlı mimarisi, devletin sınırlarının en geniş olduğu 16.yy’da zirveye ulaşmıştır. Klasik dönemde; Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanun-i Sultan Süleyman, Sultan I. Ahmet, Sultan IV. Murat gibi padişahların, Sokullu Mehmet Paşa gibi sadrazamlarla, devlet yönetiminde etkin diğer görevlilerin, bilgin ve komutanların oluşturduğu bir dönemdir. Devletin sınırları Arap yarımadası, Balkanlar üzerinden Sırbistan’a, Kuzey Afrika kıyılarından Atlas Okyanusu’na kadar ulaşmış ve bu dönemde devlet ekonomik sosyal ve kültürel açıdan en zengin noktaya ulaşmıştır.
Klasik Mimaride Plan ve Mekân Anlayışı:
Osmanlı mimarları farklı coğrafyalardaki kültür varlıklarının dışında, kendi birikimlerini de aşarak yeni bir üslup ortaya koymuşlardır. Anıtsal boyuttaki mimari eserler çoğaldıkça kentlerin yapısı ve görünümü de değişmiş, 18.yy’a kadar farklı yerleşim birimleri artık farklı birer Osmanlı şehri haline gelmiştir. Bu dönemde mahalle dokusu, külliye ve diğer anıtsal yapılara göre şekillenmiştir. Klasik dönem de Osmanlı mimarisinde anıtsal boyutta cepheler yoktur. Çok uzaktan dikkat çektiklerinden, mahalle içinde görkemleri bir avlu duvarı ile sınırlanmıştır. Klasik mimaride boyut, oran ve üslup farklılıkları olsa da Erken Osmanlı döneminde şekillenen, medrese, han, bedesten gibi sosyal yapı şemalarına bağlı kalınmıştır. Ancak camilerde serbestçe bir değişikliğe gidilmiştir. Mimar Sinan’ın aynı planlı camilerinde bile yeni bir unsur veya ayrıntıda bir değişiklik görülür. Dini mimaride harim mekanını yatay olarak genişletmekten çok, düşey doğrultuda bir bütün olarak ele alma çabası hakimdir. Büyük programlı yapılarda ortadaki kubbe, kare dört, altı ve sekiz ayak ve kemerler üzerine oturmuş, kalan kısımlar kubbeye bağlı olarak yarım ve çeyrek kubbelerle küçük köşe kubbelerinden oluşan bir örtü sistemi ile kapatılarak merkezi plan şeması geliştirilmiştir. Bu örtü biçimi İslam Sanatında yaygın olarak Osmanlı mimarisinde kullanılmıştır. Klasik dönemde camilerde ayak ve kemerler üzerine oturan kubbe, orta mekânda geometrik tasarımda yapının merkezini oluşturur. Merkezi plan şemasında dış mimaride kubbe aleminde noktalanan kademeli ve piramidal görünüm, iç mimaride sınırsız bir mekan etkisi sağlamıştır. Klasik mimaride alt yapı düz, örtü sistemi ise eğrisel hatlardan oluşmaktadır. Örtüde en çok kubbe olduğundan, Osmanlı mimarisi kubbe mimarisi ile özdeşleşmiştir. Osmanlı mimarisi gelişiminin son noktasına Mimar Sinan ile ulaşmıştır. Sinan sonrası batı etkileri dışında klasik üslupta ileri bir deneme gelmemiştir.
Klasik Mimari Döneminde Malzeme ve Teknik:
Osmanlı ülkesinde taş, mermer, tuğla, ahşap gibi her türlü mimari malzeme bol miktarda bulunmasına rağmen mimarlar çoğunlukla taşı tercih etmişlerdir. Ancak diğer malzemelerde yerine göre belirli ölçülerde kullanılmıştır. Cami ve türbelerde kesme taş, medrese, imaret ve ticaret yapılarının duvar örgüsünde taş ve tuğla birlikte yer almıştır. Başka bir deyişle yapıların beden duvarları taş, kemerler ve örtü sistemi tuğla ile örülmüştür. Dış örtü, Osmanlı eserlerinin siması durumundaki kurşunla kaplanmıştır. Tonoz ve tuğla örgülerde Horasan harcı kullanılmıştır. Mimari elemanlardan taç kapı ve pencere söveleri, kemerler mihraplar taş ve mermerden yapılmıştır. Minber, şadırvan ve korkuluklarda değişik mermer kullanılmıştır. Kapı ve pencere kanatları, çerçeveleri, mahfil ve kürsüler de ahşap malzeme kullanılmıştır.
Klasik Mimaride Cephe Düzenlemesi:
Klasik Osmanlı mimarisinde cepheler, yapıların işlev ve niteliklerine göre farklı biçimde ele alınmıştır. Özellikle camilerde merkezi plan şeması ve örtü sistemine bağlı olarak yatay ve düşeyde farklı kademelerde görülen duvarlarla oluşmuştur. Geleneksel yapıların örtüye kadar yükselen sade cepheleri, klasik dönemin çoğu camilerin de kuzey cephe son cemaat yeri, doğu ve batı cephelerde ise revaklı galerilerle kesilerek bölünmüştür. Örtü sisteminin ayak ve kemerler oturması, duvarlarda çok sayıda pencere açılmasını sağlamıştır. Ana kütle ve iç avluya geçilen taç kapıları, mimari form ve malzemeleri ile cephelerin en gösterişli bölümleridir.
Klasik Mimaride Süsleme:
Yapıların işlevlerine göre değişmesine rağmen, mimari süsleme dengeli ve ölçülü bir şekilde, mimariyi gölgelemeyecek tarzda ele alınmıştır. Dış cephelerle minarelerde duvar örgüsünde kullanılan taş, tuğla veya iki renkli taşın oluşturduğu doğal süslemenin yanı sıra, kemer ve açıklıkların sövelerinde bezemesel yine renkli taş ve mermer malzeme kullanılmıştır. Taç kapı, mihrap ve mihrap kavsaralarında, minare şerefe altlıklarında, bazı yapıların tromp ya da pandantif geçişlerinde mukarnaslara yer verilmiştir. Sütunlarda mukarnaslı veya dörtgen motifli başlık kullanılmıştır. Minber veya kürsülerde, bitkisel ya da geometrik motiflerle bezenmiştir. Cami ve türbelerin iç mimarisinde dönemine ve önemine göre çoğu birinci sıra alt birinci pencere hizalarına kadar duvarlar, mihrap ve pencere alınlıkları çinilerle, iç avlu revakları dahi örtü sistemi de kalem işi örnekleriyle süslenmiştir. Klasik dönemde çinilerin çoğunluğu sır altı tekniğinde İznik’te yapılmıştır. Sinan dönemi yapıları parlak mercan kırmızısı çinilerle süslenmiştir. Cephelerdeki üst pencereler alçı şebekelerden oluşan değişik renklerde camlı vitraylar yerleştirilmiştir.
Mimar Sinan:
Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı Devleti’nin en parlak döneminin mimarı, dünya çapında dahi bir sanatkâr olan Sinan’dır. Yaşamına ilişkin kaynakların başında Nakkaş Mustafa Saim Çelebi’nin kendi ağzından yazdığını söylediği için otobiyografi diyebileceğimiz iki yazma vardır. “Tezkiret-ül Bünyan ve Tezküret-ül Ebniye”, yine Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı’nda “Risalet-ül Mimariyye ve Tuhfetül Mimari” adı altında tek nüsha olarak bulunan iki yazmadan birincisi eksik bir kopyadır. Sinan’ın kısa yaşamı ve hamamlarının listesini veren bir diğer yazma “Adsız Risale” adı altında yine Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı’nda bulunur.
Rumeli eyaleti Defter Kethüdası Dayazade Mustafa Efendi tarafından yazılmış ve Edirne Selimiye Camii ile ilgili olan Risale_i Selimiye adlı 1751 tarihli yazma, Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu otobiyografik yazma dışında Sinan’ın iki vakfiyesi vardır. Bunlardan biri Balata ilişkin kadı sicilleri arasında diğeri Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde olup İbrahim Hakkı Konyalı tarafından yayınlanmıştır. Mimar Sinan’ın yaşamı ve ailesine ilişkin belgeleri bulup yayınlayan İbrahim Hakkı Konyalı’dır. Yayınladığı belgelerde Sinan’ın Kayserili olduğu bunu gösteren en önemli belgede, 1570 yılında Kıbrıs fethinden sonra Kayseri bölgesindekilerini Kıbrıs’a yerleştirilmesi sırasında Hassa Mimarbaşı olan Sinan’ın, Sultan’a bir mektup göndererek akrabalarının affedilmesini istediği ve Akdağ kadısına gönderilen 1573 tarihli bir hükümde, Sinan’ın Kayseri Ağırnas’lı olduğu belirtilmiştir. Doğum tarihi bilinmemekle birlikte mimarbaşı olduğu zaman 40 yaşlarında olmalıdır. Sinan’ın 100 yaşına kadar yaşadığı rivayeti doğru değildir. Bu doğru olsaydı, devşirildiği zaman en az 25 yaşında olması gerekirdi. Bu yaş devşirmelik için çok geçtir. Fakat 15.yy sonunda doğmuş, 15 yaşında devşirme, öldüğü zaman ise 90 yaşlarında olduğu söylenebilir. Kanuni Sultan Süleyman’a mimarbaşı olarak 28 yıl, II. Selim’e 8 yıl, III. Murat’a 14 yıl hizmet etmiş olan Sinan’ın türbesinde ölüm tarihi 1587-88’dir. Sinan’ın kendi yaptırdığı türbe ve hazire, Süleymaniye Külliyesi’nin kuzeydoğusundadır. Sinan mimarbaşı olduktan sonra sürekli bir inşaat etkinliği içinde ömrünün sonuna kadar 477 yapı ve onarımın tasarımcısı ya da sorumlusu olmuştur. Bunların 300 kadarı İstanbul ve çevresindedir. Bazı yapıları yıllarca sürmüş, yarım yüzyıllık mimarbaşılığı sırasında yıl başına 8 bina yapmıştır. Bunlarının ne kadarının kendi elinden çıktığını söylemek zordur. Mimar Sinan aynı zamanda sultan yapılarının eminidir. 1563 tarihli vakfiyede Sinan’dan sultan yapılarının emini olarak söz edilir. Divandan İstanbul kadısı ve mimarbaşına gönderilen hükümlerde Sinan’ın yapı alanındaki her algıdan, yeni veya tamir edilecek her yapıdan sorumlu olduğu belirtilmektedir. Bu sorumluluklar yanında Sinan’ın mimarlık alanındaki en büyük etkisi, Hassa Mimarları Ocağı’nı geliştirmesi olmuştur. Hassa mimarbaşı, yapılardan, su getirmeden, inşaat malzeme fiyatlarına kadar her şeyden sorumludur. Sinan’ın mimarisi sanayi öncesi tarihinin en önemli yapı göstergesi olan kubbenin yeni estetik ifadesiyle evrenseldir. Sinan, stupalardan, büyük kubbeli mekânlara, Pantenon’dan Ayasofya’ya, Asya bozkırlarından Akdeniz’e uzanan bir perspektif içinde kendi özgün yorumunu dile getirmiştir. Bunu yaparken Osmanlı kültür alt yapısını aydınlatmıştır. Göçerden ve İslam’dan gelen Roma ve Bizans’ta buluşan yeni bir üslup ortaya koymuştur. Sinan, Rönesans’ın bütün mekân deneyimlerini kendi yaşamına sığdıracak güçte yaratıcı ve yenileyicidir. Değişim ve buluş onun sanatının özetidir.
gönül
Nisan 11, 2023 at 4:42pmbu yazıyı ödevimde kullanırken kaynakça olarak nasıl belirtmeliyim yazar ve yılı nedir
yonetici
Nisan 18, 2023 at 10:33amDoğrudan link verebilirsiniz.