Paleolitik Dönem Resim Sanatı

Eski Taş (Paleolitik) dönemdeki resimler, mağara duvarlarına çizilen ve boyanan betimlerdir. Bu resimlerin çoğun içeriğini hayvanlar dünyası oluşturur. Özellikle İspanya’daki Altamira Mağarası’nda, konu olarak hayvan betimleri ön plana gelmiştir ( Bizon, geyik, at vb.) . Bu mağaradaki resimlerin boyları bir- iki metre kadardır. Sonrasında, Fransa’daki Lascaux Mağarası’nda bulunan beş metre boyundaki hayvan resimleri de ayrıca dikkat çekmiştir. Eski Taş dönemi insanlarının yaptıkları resimlere benzer resimler yapanlar Tasmanya ve Avustralya yerlileri olarak bilinirler. Bu resimlerde fotografik benzerlik, yanı sıra nesnelerin oldukça yüksek düzeydeki seçici bir stilizasyonu dikkat çekmiştir. Her şey çok canlıdır. İlkel insanın etkili resim yapma tutkusu vardır. Genellikle mağara resimlerinin önce kenarları çiziliyor, daha sonra içleri boyanıyordu. Başka ilginçlik de bir mağara resminin üzerine bir başka mağara resminin yapılmasıydı. Bu nedenle tarihlemede zorluklar ortaya çıkmıştır. Çeşitli maden oksitleri ve hayvansal yağlar karıştırılarak boyalar oluşturulmuş; zaman zaman katı, zaman zamansa sıvı olarak;önceleri parmakla, sonrasında bazı aletlerle sürülmüştür. Özellikle Lascaux Mağarası’ndaki resimler oldukça hareketlidir. Büyük figürler yanında, küçük figürler de kullanılmıştır. Figürlerdeki gösterim genellikle profildendir. Mağara duvarlarında, geometrik formlara da rastlanmıştır. Bunlar bir çeşit işarettir. Söz konusu resimlerde insan, hayvan başlı olarak da değerlendirilmiştir.

Tarih öncesi resim için; Burkitt’in de ileri sürdüğü gibi; “çizim tekniği ve renklendirmenin öğrenildiği bir okul bile olmalıydı” düşüncesi geçerliliğini her zaman koruyan bir görüştür. Bu dönem resmi için, iki farklı antropolog görüşü söz konusudur. Birinci görüş, mağara resimlerinin bütünüyle amaçsız, avcıların boş vakitlerini geçirmek için yaptıklarını savunur; resimlerin estetik değeri ve canlılığını açıklarken; bu tasvirlerin, ilkel insanın zihninde yer alan avlanmış hayvanların imajları olduğuna dikkat çeker. Söz konusu resimlerde büyüsel bir anlam arayan bir başka grup antropolog görüşü ise; sıkıntılı mağara ortamından bıktıkları için, insanların bu resimleri yaptığına inanır. Mağara resimlerinde bilinçsizce bulunan bir form, daha sonra bilinçli bir yaratım sürecine sokulmak istenmiştir. Çizgiler arasına kazandırılan net imajlar, mağara insanının sağlam bir grafik tasviri yolu bulmasına kadar gitmiştir. Gerçekte bu oluşum, görsel bir incelemeden çok nesnelerce elde edilmiş ruhsal izlenimlerle ilgilidir. Burada sanat kuramına tutarlı bir katkı da gelmiş olmaktadır. Zihin yapısı, bilinçsiz bir göze göre daha etkili bir gözlemcidir. Mağara resimlerinde hayvan figürlerinin çoğu, çizim bittikten hemen sonra kabartma şekline sokulup tamamlanmıştır.

Bu da gösteriyor ki hayvan figürü önce işaretleniyor veya bütünüyle çiziliyor, sonra da bu tasarım insan zihnindeki hayvan imajına uygun biçimde, yaklaşık olarak geliştiriliyordu. Böylece hacimli bir plastiklik de meydana gelmiş oluyordu. Son aşamaya giderken de gerçekçilik kaçınılmaz bir tutkuya dönüşüyordu. Çizgilerin nesneleri sembolize etmesi ve gerçekçilik durumunun keşfedilmesinden sonra, sanatçının varlığı, sonraki aşamaları işleyip hacim ve cisim halinde gösterme girişimi şeklinde kendini belli ediyordu. Örneğin; ilkel insan konturlardan içeriye doğru ince ince çizgilerle ilerleyerek nesnenin heykelsi yanını keşfetmiştir. İnce çizgilerden renk lekelerine geçilir ve iki ya da daha çok zıt rengin karşıtlığıyla başka bir nitelik elde edilir ve böylece bu renkler gölgelenmiş olurdu.

Sonuç olarak; tarih öncesinin mağara dönemi insanı; insan siluetlerini, mağara duvarlarına, kayaların yüzeylerine, yaşamlarındaki bütün olan biteni anlatan kompozisyonlar kapsamında çizmeye başlıyor; bazen de bu şematik desenleri renklendiriyordu. Bu kompozisyonlar, yabani hayvanları, av sahnelerini, kısaca insanın yaşamında karşılaştığı ve aklında kalan her şeyi, hem de çok gerçekçi bir biçimde betimliyordu. Yapıtların konusu gibi yapılış biçimleri de, toplum yaşamınca koşullandırılıyordu; bir başka deyişle meydana gelen resimler, doğal çevrenin, insanca ne ölçüde kavranabildiğini yansıtıyordu. Böylece, resim, tarihinin bu başlangıç döneminde, çevredeki sahnelerin özel bir biçimde yeniden oluşturulmasından, kopya edilmesinden başka birşey de olmamıştır. William Blake’nin de “Doğal Din Yoktur” isimli yapıtında dediği üzere, “İnsan uslama gücüyle ne görüp kavradıysa ancak onu karşılaştırır ve yargılar” sözü tarih sonrası olduğu kadar, tarih öncesinin insanına da ne kadar uyar değil mi? İşte tarihin içinde, ne olursa olsun, öncesiyle ve sonrasıyla bütünleşebildiği oranda kalıcı olabilmiştir.

 

 

About

You may also like...

Your email will not be published. Name and Email fields are required