Türkiye’de Sanat Tarihi eğitimi, 20.yy başlarında önem kazanmıştır. Kısa zaman içinde üniversite ve ortaöğretim kurumlarında Sanat Tarihi eğitimine ağırlık verilmiş ancak yeterli olmamıştır.
Sanat tarihinin Türkiye’de bir bilim dalı olarak gelişimi, Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinde gelişen kültürel politikalar ve toplumların kültürel geçmişi ile var olma bilinci sanat tarihine ağırlık verilmesine neden olmuştur.
Bir ulusu var etme çabası içinde, sanat tarihi ve mimarlık tarihi disiplinleri araçsal olarak gündeme gelmiştir. Modernleşme sürecinde olan bir ulusun; Ulusalcı ideolojiyi geliştirebilmesi için tarihini belgeleyen sanatsal ürünlerinin varlığını kanıtlaması gerekmektedir ve bunun için sanat tarihi ile ilgili çalışmalara başlanmıştır.
Cumhuriyet öncesinde Osmanlı’ya baktığımız ise tarih anlayışı içinde, zamanın belirli olaylarını belgeleme amacıyla tutulan kayıtların doğal olarak bir sanat tarihi anlayışını ortaya çıkardığı görülmektedir . Yapıların inşa tarihi, banisi, sanatçısı gibi bilgilerin kayıtların tutulması, yazmalarda ya da minyatürlerde sanatçısının en azından adının yer alması, kimin için ve neden yapıldığının belgelenmesi dönem hakkında bilgi vererek sanat tarihinin amacına hizmet etmiş hem de bu disipline kaynak olmuştur.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve çöküş döneminde, sanat tarihi, müzecilik ve sanat eserlerini sergileme batılı bir anlayışla yapılmaya başlanmıştır.
Osmanlı’da, 16. yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak, imparatorluğun sonuna kadar faaliyette bulunan Ehl-i Hiref Teşkilatı, sanat ve sanat tarihi açısından dönemin en önemli kuruluşudur. Bu teşkilat içinde, İmparatorluğun çeşitli yörelerinden gelen, bir çok sanatçı ve zanaatkâr sanatsal çalışmalarını sürdürmekteydiler. Topkapı Sarayı’nda, usta çırak ilişkisi içinde, devlet adına çalışan bu sanatçıların yaptığı eserlerin tutulan kayıtları, sanat tarihi araştırmalarında önemli birer başvuru kaynağı olmuştur.Diğer taraftan zamanın belli olaylarını belgelemek amacıyla hazırlanan, tarihçi Gelibolu’lu Ali Efendi’nin eseri ve Mustafa Sai Çelebi’nin (ölümü: 1004) Tezkiret-ül-Bünyan’ı sanat tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. 16.yüzyıla ait bu iki çalışmada, sanat konularına da yer verilmiştir.
Sanat konusunun doğrudan işlendiği Cafer Çelebi’nin ‘Risale-i Mimariye’si 17.yüzyılın en önemli eserlerindendir. Risale-i Mimari, Sultan Ahmet Camii’nin mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa’nın yaşamı, o dönemin mimarlık ve inşaat terimlerine ilişkin bilgiler vermesi bakımından önemli kaynak eser durumundadır .
Ayrıca, 17. yüzyılın mimari eserleri, şehirleri ve kasabalarını tanıtan, dönemin sosyal ve kültürel yaşantısı hakkında pek çok bilgi veren Evliya Çelebi’nin (1611-1682) Seyahatname’si sanat tarihi araştırmalarında yol gösterici bir kaynaktır.
Lale Devri’nde kendini gösteren batı etkisi ise sanat ve sanat tarihi alanında yeniliklerin yaşanmasına neden olmuştur. III. Selim (1789-1807) devrinde açılan Mühendishane-i Berri Humayun’da (1795) ve II. Mahmut (1808-1839) döneminde kurulan Mekteb-i Harbiye’de (1834) resim derslerinin müfredat programına alınması bu yeniliklerin başında yer almaktadır.Bu okullarda; daha çok askeri amaçlarla yeni resim teknikleri öğretilmiş, böylece batı perspektif kuralları ile ışık-gölge uygulaması resim eğitimi programı içine dâhil edilmiştir.
Mühendishane-i Berri Humayun’da; San’at-ı Mimariye, Resm-i Mimariye, San’at-ı Ressamiye gibi derslerin yer alması ve ayrıca Avrupa’da resim öğrenimi yapanların bu kurumlarda öğretmenlik yapması; Mekteb-i Harbiye’de, resim eğitimi veren sınıflarda resim kopyası, modelden resim gibi derslerin verilmesi hem batılı tarzda sanat anlayışının gelişimi hem de sanat tarihi anlayışının oluşumu için önemli adımlar olmuşlardır (Cezar, 1973:742-749). Bu dönemde, gerek Batı tarzında resim eğitimi için yurt dışına gönderilen öğrenciler, gerekse yurt dışından gelen yabancı hocalar resim eğitimi sırasında sanat tarihine değinmiş olmalıdırlar.
19.yüzyılın ilk yarısında sanat eserlerimizin korunması ve sergilenmesi amacıyla müzeler açılmaya başlanmıştır. Bu amaçla Aya İrini Kilisesi müze haline getirilmiş (1846) ve 1869’da adı Müze-i Humayun adını almıştır. 1881’de bu müzenin başına Osman Hamdi Bey getirilmiş ve 1910 kadar bu görevine devam etmiştir.
Batı’ya hukuk eğitimi için gönderilen fakat resim eğitimi alarak yurda dönen, Türkiye’de müzeciliğin ve arkeolojinin temellerini atan Osman Hamdi Bey (1842-1910), arkeolojiye büyük hizmetler vermiştir ve neo-klasik tavırla ressam olarak da önemli eserler bırakmıştır. Bugünkü ‘Arkeoloji Müzesi’ (1805) Osman Hamdi Bey’in çalışmalarıyla kurulmuştur.
Ayrıca Osman Hamdi Bey, Türk resmi için bir dönüm noktası sayılan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni de (1882) kurmuştur. Bu okulda sanat tarihi dersleri şeklen verilmeye başlanmış ve hocalığını da Y.Aristoklis (1831-1889) yapmıştır. Bu tarihlerde aydınlar arasında estetik ile ilgili değerlendirmeler yapılmakta ancak sanat tarihi ile ilgili somut bir çalışma bulunmamaktadır. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açıldığı 1883’ten 1908 tarihine kadar düzenli bir sanat tarihi eğitimi de söz konusu olmamıştır
Osman Hamdi Bey’in, sanat tarihi açısından önemli diğer bir çalışması ise ‘Asar-ı Atika Kanunu’ nu çıkarmasıdır . Bu şekilde, Avrupalı sanat tarihçi ve arkeolog tarafından yapılan tarihi eser kaçakçılığı önlenmek istenmiştir.
Türk sanatı tarihi araştırmalarına gerçek anlamda eğilen ilk kişi Celal Esat Arseven’dir. 1909’da Paris’te Fransızca yayınladığı ‘Constantinople de Byzance a Stanboul’ adlı eserinde Türk sanatına, ayrı bir bölüm halinde yer vermiştir. Bu eser 1912-13’te İstanbul’da Türkçe olarak yayınlanmış ve bunu takip eden çalışmaların sonunda 1956’da Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan ‘Türk Sanat’ı adlı üç ciltlik eser meydana getirilmiştir
Türk sanatı açısında önemli diğer bir gelişme ise, bu dönemde, Evkaf Nazırı Hayri Efendi tarafından ‘Evkaf-ı İslamiye Müzesi’nin (1913-14) açılmasıdır. Evkaf kurumlarındaki en güzel eserlerin bir araya getirildiği bu müze, bu gün ‘Türk İslam Eserleri Müzesi adını almıştır
Osman Hamdi Bey’in küçük kardeşi Halil Edhem Bey (1861-1938), yazdığı makaleler ve ‘Topkapı Sarayı’ (1931), ‘Yedikule’ (1931), ‘Camilerimiz’ (1932) adlı kitaplarıyla sanat tarihine önemli hizmetlerde bulunmuştur. Ayrıca sanat eserlerini korunması konusunda da hassas davranmış; Abdülhamit Sebili’nin, Karamustafa Paşa Medresesi ve Sebilinin yıkılmasını engellemiştir. Sikkeler ve kitabeler hakkında önemli çalışmalar yapan Halil Edhem Bey’in oğlu İsmail Galip de Nümizmatik konusunda değerli eserler vermiştir
Görüldüğü gibi, 19. yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın başlarında Türk bilim hayatı çoğunlukla batılı etkiler altında gelişmiştir. Bu dönemde, iyi durumda olan Türk-Alman ilişkileri sonucu sanat tarihi alanında da hızlı gelişmeler yaşanmıştır (Mülayim, 1994:146). Avrupa’da etkili olan belgecilik özelliği taşıyan Viyana Ekolü, Türkiye’deki sanat tarihi anlayışını da şekillendirmiştir.
Cumhuriyet’in ilk on yılında uygulanan eğitim ve kültür politikasına bağlı olarak sanat tarihi alanındaki çalışmalarda hız kazanmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Eski Eserler Müdürlüğü oluşturulmuş ve birkaç yıl içinde Türkiye’nin çeşitli yörelerinde müzelerin kurulmasına başlanmıştır. 1924’de, Topkapı Sarayı onarılarak ziyarete açılmış, 1927’de Ankara Etnografya Müzesi kurulmuş, Süleymaniye’de Evkaf-ı İslamiye Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi adıyla yeniden düzenlenmiş ve Ayasofya Camii müzeye çevrilmiştir (1934). Ayrıca, Konya, Bursa, Adana, Manisa, İzmir, Kayseri, Afyon, Antalya, Bergama ve Edirne gibi şehirlerde müzeler açılmış ya da mevcut olanlar geliştirilmiştir (Buyurgan ve Buyurgan, 2001:46). Gazi Mustafa Kemal Paşa bu alanda çalışmaların hızlanması için talimatlar vermiş ve müzeci, kazıbilimci (arkeolog) yetiştirilmesi için Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi konusunda yönerge hazırlatmıştır (İnan, 1981:178). Bu dönemde Avrupa’ya gönderilen bir çok öğrenci döndükten sonra sanat ve sanat tarihi alanında hizmetler vermişlerdir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sanat ve eğitim alanda yetişmiş eleman azlığı nedeniyle pek çok eğitimci ve araştırmacı yurt dışından getirtilmiştir. Bundan dolayı, Türkiye’de genel eğitim kadar sanat tarih eğitimi de Fransa, İngiltere ve Almanya’nın etkisinde gelişmiştir
Atatürk’ün isteği üzerine 1933’te yapılan büyük reform hareketinde, İstanbul Üniversitesi batılı bir sisteme göre yeniden düzenlenmiştir. Aynı yıl Edebiyat Fakültesi’nde Arkeoloji Bölümü de kurulmuştur. Bu bölümde yalnız arkeoloji değil sanat tarihi dersleri de verilmiştir .Edebiyat Fakültesi’ndeki ilk Sanat Tarihi kürsüsü 1943 yılında Viyana Üniversitesi’nden Profesör Dr. Ernst Diez (1878-1962) ve Oktay Aslanapa tarafından kurulmuştur. Böylelikle sanat tarihi eğitimine ilk defa ayrı bir ders olarak 1943’te İstanbul Üniversitesi’nde başlanmıştır .
Göçmen profesörler ve özellikle Viyana’dan gelen Prof. Ernst Diez, Berlin Müzesi’nde yetişmiş Kurt Erdman, Bizans sanatı uzmanı Steven Runciman aynı bölümde ders vermişlerdir. Böylelikle İstanbul Üniversitesi’nde eğitim ve araştırma Alman ve Avusturyalı uzmanlar tarafından yapılmış ve aynı zamanda Türk-İslam Sanatı kürsüsü de kurulmuştur
Avusturyalı ve Alman profesörlerin önderliğinde Türkiye’de kurulan bu ilk Sanat Tarihi Bölümü’ndeki eğitim daha çok, Türkiye’deki sanat yapıtlarını belgelemeyi hedefleyen ve ayrıntılı katalog bilgisine dayanan, karşılaştırmalı değerlendirmelere yer veren bir metodolojinin yerleşmesini sağlamıştır (Renda, 2001:107-108). Strzygowsky ve Gurlitt’in yanında doktorasını yapan ve onların sanat tarihi geleneğine bağlı kalan Ernst Diez, daha ilk sömestrden başlayarak sanat tarihi öğretim ve araştırmalarında bilimsel metot ve karşılaştırma anlayışını oluşturmak istemiştir
1950’li yıllardan sonra İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü, yetişmiş Türk bilim adamlarıyla daha geniş kapsamlı bir program yürüterek Türk ve İslam Sanatı, Bizans Sanatı, Avrupa Sanatı ve Estetik dallarında sertifika programları oluşturmuştur.Bu dönemde, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nün başında bulunan Kurt Erdman ( 1901- 1964) tarafından Berlin ekolünün, detaycı, sağlam katalog ve literatür bilgisine dayanan metoduyla daha önce kurulmuş olan sistem canlandırılmıştır .
Sanat tarihi biliminin oluşumunda önemli yeri olan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan (1948) Semavi Eyice, 1991’de emekli oluncaya kadar, Türk ve Bizans eserleri üzerinde çalışmalar yapmış ve 19.yüzyılda moda olan ‘şekil analizi’ ne bağlı sanat tarihçiliği anlayışına karşı çıkarak kültür tarihi içinde sanat tarihini değerlendirmiştir
Sanat eğitimi ve öğretimi yapan bir kurum olarak Güzel Sanatlar Akademisi (Sanayi-i Nefise, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), 1951’de ‘Türk Sanatı Enstitüsü’ kurulmasını sağlamıştır. Böylece Akademi ilk kez bilimsel araştırma yapacak bir kuruma sahip olmuştur. Enstitünün kuruluşundan sonra, 1951-1952 ders yılından itibaren bütün bölümlerde Türk Sanatı Tarihi dersi okutulmaya başlamıştır. Türk Sanat Tarihi Enstitüsü’nün en faal olduğu dönemde 1963’de “Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri I” yayınlanmıştır. Bu tarihten sonra birkaç konferans dışında pek bir faaliyet göstermemiştir (Cezar, 1983:43). Sanat Tarihi Bölümünün açıldığı diğer bir üniversite Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi olmuştur. 1954’de Alman asıllı Prof. Dr. Katherina Otto-Dorn’un önderliğinde Sanat Tarihi Kürsüsü bu üniversitede kurulmuştur. Almanya’dan çağrılan uzmanlar sanat tarihi ve arkeoloji alanında önemli işler yapmışlar ve bu dönemde eğitimciler yetişmiştir (İnan, 1981:178). Böylelikle Türkiye’de 20.yüzyılın ilk çeyreğinde, Sanat Tarihi Eğitimi iki üniversite tarafından sürdürülmüştür. Daha sonra, aşağıda belirtilen üniversitelerde bu eğitim devam etmiştir
Türkiye’deki üçüncü Sanat Tarihi Bölümü 1965 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde Ord. Prof. Suut Kemal Yetkin tarafından kurulmuştur. Prof. Dr. Suut Kemal Yetkin ve araştırma görevlileri Günsel Renda ve İnci San İle önce Tıp ve Temel Bilimler öğrencilerine seçmeli dersler veren bölüm 1969 yılından sonra lisans öğrencisi almaya başlamıştır (Renda, 2001:109). Fransa’da eğitim gören, Suut Kemal Yetkin, Ankara’da, Hacettepe Üniversitesi’ndeki Sanat Tarihi Bölümü’nde farklı bir çerçeve çizmek için uğraşmıştır. Antik kültürden, Avrupa sanatı ve çağdaş sanata uzanan ve içine atölye çalışmasını da alan bir sanat tarihi anlayışını benimsemiştir. Bedrettin Cömert ise kuramsal yönde gelişmeyi sağlamış ve Sanat tarihi eğitimine yenilik getirmiştir. Daha sonra diğer üniversiteler de kuramsal eğitime önem vermeye başlamışlardır
1980 yılına kadar Türkiye’de Sanat Tarihi eğitimi ve araştırmaları bu üç üniversitede sürdürülmüştür. Ancak 1980 yılında Ege Üniversitesi’nin kurulmasıyla bu üniversitede de, Prof. Dr. Gönül Öney ve Prof. Dr. Rahmi Hüseyin Ünal’ın önderliğinde Sanat Tarihi Bölümü açılmıştır. 1982’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde ve Konya Selçuk Üniversitesi’nde Sanat Tarihi bölümleri oluşturulmuştur. Bunları Gazi, Mimar Sinan, Marmara, Anadolu, 100.yıl, Erciyes, Trakya, Uludağ, 18 Mart ve Bilkent Üniversiteleri izlemiştir. Ayrıca Pamukkale, Kafkas ve Muğla Üniversiteleri’nde de bölüm kurulmuştur. 1982’den sonra Yüksek Öğretim Kurulu’nun yaptığı değişikliklerle Arkeoloji ve Sanat Tarihi disiplinleri bütün Üniversitelerde Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü adıyla tek bir bölüme dönüştürülmüştür
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nden alıntı yapılmıştır.
Ortaöğretimde Sanat Tarihi gelişimi bir sonraki yazımızda yer alacaktır