Yüksek Lisans Sanat Tarihi öğrencisi Gülşah Pala Sanatın Yolculuğu için ”Üsküdar Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi” yazısını yazdı.Kendisine teşekkür eder, bu güzel yazıyı okumanızı tavsiye ederiz…
Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi, Osmanlı Devleti’nde önemli görevlerde bulunmuş Şemsi Ahmet Paşa tarafından, 1580 yılında İstanbul’un en güzel yerleşmelerinden biri olan Üsküdar’da Mimar Sinan’ın yapmış olduğu en küçük, fakat boğaz kıyısındaki en ihtişamlı külliyelerden biri olarak dikkatleri üzerine çeker. Çelik Gülersoy bu külliyeyi : “ Bir yapı topluluğundan ziyade, gümüş bir tepsi üzerine özenle yerleştirilmiş, broş ve gerdanlık cinsinden mücevhere benziyor. O kadar minyatür, o kadar uyumlu…” diye tanımlar. Bu küçük külliye de Mimar Koca Sinan bir yandan Osmanlı Klasik mimarisinin derli toplu bir örneğini sergilerken, bir yandan da Osmanlı klasik mimarisinin ötesinde bir yerleşme düzeni yaratarak zamanını aşan bir mekân kavramını ortaya koyar.
Şemsi Paşa İsfendiyar ailesinden, Kastamonu beyi Kızıl Ahmet Bey’in torunu olup aynı zamanda Mirza Paşa’nın da oğludur. Musa Paşa ve Bolu’da bir Cami-i şerifi olan Şemsi Mustafa Paşa adında iki kardeşi vardır. Bir manzumesinde aile kökeninin Halid ibn-i Velid’e dayandığını söyler.
“ Şemsi olsa nola cihanda ferid
Cedd-i alam Halid ibn-i Velid “
Kanuni Sultan Süleyman (1494–1566), Sultan II. Selim (1524–1595) ve Sultan III. Murat (1546–1595) döneminde çeşitli devlet görevlerinde bulunmuştur. Enderun’dan yetişmiş, sırasıyla avcıbaşı, bölük ağası, müteferrika ve sonunda sipahiler ağası olmuştur. Tarihi kaynaklardan 1550’de Şam’da bulunduğu, 1554’te Anadolu ve kısa bir süre sonra da Rumeli Beylerbeyi olduğunu öğrenmekteyiz. II. Selim döneminde vezirliğe yükselerek padişahın musahibi olmuş III. Murat döneminde de görevine devam etmiştir. İyi bir devlet adamı olması yanında o dönemde kendi isminden sık sık bahsettirmiş, zarif, nükteli şiirleri ile de şöhret yapmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın av meclislerine ne zaman refakat etse, ona eğlenceli hikâyeler anlatır ve “Şemsi” mahlasıyla yazdığı şiirleri okurdu.
Şemsi Ahmet Paşa İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre enteresan bir tiptir. Tarihçilerin bir kısmı onu göğe çıkarırken( Sicil-i Osmanî’ de ‘ Şiirde mahir, muhzarata vakıf’ olduğu yazar. ) ,bir kısmı da onu yedi kat yerin dibine batırır.
Ahmet Paşa Candaroğulları sülale zincirinin son halkasıdır. Yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi son Kastamonu Beyi olan Kızıl Ahmet dedesidir. Şemsi Ahmet Paşa onurlu, İzzet-i nefsini her şeyin üstünde tutar, gözü ve gönlü dedelerinin pay-i tahtı olan Kastomonu’dadır. Osmanlı İmparatorluğunu yıkarak orada Candaroğulları Beyliği’ni diriltmek düşüncesindedir. Devrin vak’a-nüvisleri ve tarihçileri işte bunun için paşayı sevmezler.
Tarihi kaynaklara göre Paşa, padişahı ve devlet büyüklerini rüşvet almaya alıştırdığını, padişahın validesinin 40 bin altun gibi büyük rüşvet aldığını bir gün kethüdası Koçu’ya anlatırken:
—L-illah-il Hamd, Al-i Osman’dan Kızıl Ahmedli’nin intikamını aldım! Orada bulunan tarihçi Ali’ye de:
—Padişahı rüşvete dadandırdım hatta bir gün bir yerden kırk bin sikke miktarı büyücek bir lokma tattırdım. Bundan sonra ne padişah rüşvet almaktan feragat eder, ne de rüşvet bu mülkü payidar eyler!.. Onlar nasıl bizi mülkü yurdumuzdan uzak ettilerse, yakında ben de onların kar ve bar saltanatından mehcur olmalarına sebep olacağım! Demiştir.
Bu suretle Osmanoğulları saltanatının temellerine ilk tahrip bombasını Ahmet Paşa yerleştirmiştir. Paşa aynı zamanda Osmanlı Saray mutfağına simidi sokan ilk kişidir. O dönemden sonra simit sofraların vazgeçilmez bir parçası olmuştur. 1580 yılında vefat eden Şemsi Ahmet Paşa adının yaşadığı semtte yaptırdığı külliyesindeki türbesinde yatmaktadır
Şemsi Ahmet Paşa’nın bugüne kadar Üsküdar ve Bolu’da mimari eserlerinin varlığı bilinmekteyken, son zamanlarda yapılan araştırmalarda, onun Şam’da valiliği sırasında cami(Ahmediyye Tekkesi) ve han (Çuha Hanı) inşa ettirdiği tespit edilmiştir.
Şemsi Ahmet Paşa’nın Külliyesi Üsküdar da deniz kıyısında, eşsiz manzaraya bakan burun üzerinde, iskelenin sağ tarafında kendi adını taşıyan mahalle üzerinde yer almaktadır. Külliye, etrafı kesme taşlarla yapılmış bahçe duvarının içinde, cami ona bitişik olarak yapılmış türbe ve medreseden oluşmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde bu yapıdan “Sahilde küçük bir camidir ama o kadar şirin bir bina olmuştur ki denizden gören bir kasr-ı müzeyyen zanneder.” diye bahseder. Eremya Çelebi Kömürciyan sahil boyunca Yahudi evlerinin bulunduğundan ve bu caminin yakınında debbağlarin çalıştığından söz etmektedir. İnciciyan ise bu yapıdan “İstanbul’un müntehasını teşkil eden tepede Şemsi Paşa’nın adını taşıyan bir padişah sarayı, sahilde kurşun kaplı kubbeli bir cami vardır.” diye bahseder. Yine Eremya Çelebi, cami kubbesinde alışılagelmemiş, ışıldayan bir şemse(güneş diski) şeklindeki altın yaldızlı alemin, banisinin mahlasına gönderme yapmak maksadıyla tasarlanmış olabileceğini belirtir.(Şimdiki alem hilal biçimindedir.)
İnciciyan’ın bahsettiği gibi Şemsi Ahmet Paşa Üsküdar kıyılarında ismini verdiği bir kasır yaptırmıştır, bu kasrı daha sonra Sultan III. Murat’a hediye etmiştir. Bu kasrın yakınlarına da külliyesini inşa ettirmiştir. Ahmet Paşa’nın kasrı hakkında iki görüş söz konusudur. Kimi tarihçiler Şemsi Ahmet Paşa’nın kasrı III. Murat’ın şerefine inşa ettirdiği için kasrın Şerefabad Kasrı olarak adlandırıldığını söyleseler de, kimi tarihçilere göre Ahmet Paşa tarafından yaptırılan kasrın yıktırılarak III. Ahmet döneminde tekrar yaptırıldığını ve Şerefabad adının verildiğini yazar. Osman Şakir Efendi’nin 1811’de yapmış olduğu bir resimde Üsküdar sahilinde Şerefabad Kasrı’nı ve Şemsi Ahmet Paşa Cami’ni betimlemiştir.(Resim 2)
Caminin diğer adı Kuşkonmaz olarak bilinir. Bu isim hakkında iki rivayet söz konusudur. Fazlasıyla titiz bir kişi olan Şemsi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa ile rekabet halindedir. Zaman zaman şakayla karışık atışırlar. II. Selim ve III. Murat döneminde sadrazamlık yapan Sokullu Mehmet Paşa’nın Azapkapı semtinde yaptırmış olduğu bir cami vardır. O camiyle ilgili sohbet anında Şemsi Paşa, Sokullu’ya ithafen der ki:
-“Efendim bir cami yaptırmışsınız. Ama kuşlar caminizi kirletmiş, pisletmişler.
Sokullu da:
-“Efendim, Allah’ın yarattığı mahlûkattır. Olur, böyle şeyler der.”
O gün sohbet meclisinde konu kapanır. O an kapanır ancak, gün gelir Şemsi Paşa cami yaptırmak ister. Hatırına ise o sözleri gelir. Şemsi Paşa, “Eyvah” der. “Ne yapacağız?” Çözüm her zamanki gibi Mimar Sinan’dadır. Mimar Sinan’a gider der ki:
-“Efendim böyle bir cümle ifade ettik. Üzerinde kuşların uçmayacağı bir semt var mıdır?”
Mimar Sinan da:
-“Efendim var öyle bir semt” der.
Koca Sinan konuşturur ilmini. Kısa bir araştırmadan sonra kuzey-güney rüzgârlarının kesiştiği noktayı bulur. Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimleri inceler ve camiyi yapmaya karar verir.
-“Üsküdar’ın kıyısında kuzey ve güneyden rüzgârların kesiştiği, dalgaların da kıyıyı dövdüğü bir noktada çıkan sesten kuşların rahatsız olacağı bir köşe var. İşte oraya caminizi inşa edebiliriz” der.
Bir diğer rivayete ise kuşlar bile Mimar-ı Hassa’nın bu eseri yaparken döktüğü göz nuruna saygıdan caminin kubbe ve minaresine konmuyor, üstünü kirletmiyordur.
Külliye ait yapılar dikdörtgene yakın bir plan şemasına sahip 1.390m2 lik dar bir alana uygun bir biçimde, Sinan’ın Klasik devir külliyelerinin simetri anlayışından oldukça farkı bir şekilde yerleştirilmiştir. Aptullah Kuran’a göre Sinan’ın hayatının sonlarına doğru tasarladığı bu yapı onun duygusal yönünü iyi yansıtan minik bir külliyedir.
Külliyenin kara ve deniz tarafında olmak üzere iki kapısı bulunmaktadır. Kara tarafında bulunan kapısından kıble yönündeki küçük ön avluya giriş yapılır. Bu avlunun sağ tarafında Şemsi Paşa Ailesine ait 10 mezar yeri ve 16 kitabeli mezar taşından oluşan bir küçük hazire(Fotoğraf 2 ) yer almaktadır. Bu avludan cami ve medrese arasındaki denize açılan esas avluya giriş yapılır. Bu avlu, kıble yönüne göre yerleştirilen cami ve L biçiminde (biri boğaza dik diğeri kıyıya paralel konmuş iki kol) güney ve batı sınırlarını belirleyen medrese arasında bulunmaktadır. Avlu ile deniz arasındaki görsel ilişki doğrudan değildir. Duvarlara açılan pencereler yardımıyla boğaz manzarası seyredilebilmektedir.(Fotoğraf 3)
Cami külliyenin güneyinde, medresenin boğaza dik koluna göre 37 derece doğuya dönük olarak yerleştirilmiştir. Her ikisi de düzgün küfeki taşından örülü ve üstü kurşun kaplı birbirine yapışık tek bina halinde tasarlanan cami ve türbenin, kubbeli büyük bölümü cami, onun doğusundaki denize çıkıntı yapan bölüm türbedir. Türbenin deniz tarafında yapılması Şemsi Ahmet Paşa’nın denizi çok sevdiğinden kaynaklandığı görüşü vardır. İbadet mekânının bir türbe ile bu şekilde birleşmesi 16.yy yapılarından Yahya Efendi Tekkesi’nde görülmektedir. Camiye kuzey tarafından beş sütun üzerinde sivri kemerli üzeri ahşap düz çatı ile örtülmüş olan revaktan girilir. Bu cephe deki revağın aynısı batı cephesinde de bulunur.
Çift cepheli revak uygulaması bu caminin önemli özellikleri arasındadır. Caminin cümle kapısı üzerinde yer alan dört mısralık kitabede:
“Şemsi Paşa eyledi bu camii bünyad çün,
Umarız kim ola merhumun yeri darü’s-selam
Ulvi’ya hatif görünce dedi kim tarihi
Secde-gâh olsun Habib’in ümmüne bu makam”
Tarih yer almaz ancak tarih mısrası ebced hesabı ile 988 tarihini vermektedir. Dörtlükteki merhumun ifadesi caminin Şemsi Paşa’nın ölümünden sonra tamamlandığına işarettir.
Cami, 8x8m ölçülerinde kare planlıdır. Yüksek duvarlar üzerinde sekizgen kasnağa oturan kubbesi 8.20m çapındadır. Kasnağın dört yüzünde, köşelerde olmak üzere, eksendralar ve dört pencerede yer almaktadır. Camiye altta ve üste olmak üzere pencereler açılmıştır. Üst taraftaki vitraylı pencereler camiye estetik bir görünüm kazandırmıştır. Camide ana kubbe ve eksendralar içinde görülen zengin kalem işleri dışında süslemeye rastlanılmaz. Kubbe göbeğine ve kasnağına yeşil zemin üzerine beyaz, Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer’in nefis sülüs hattı ile yazılan Kur’an-ı Kerim’den ayetler yer alır.(Fotoğraf 4) Mihrabı mermerden, mukarnas kavsara ile taçlandırılmıştır. Mihrabın iki yanında dönen yeşil mermer sütunlar yer alır. Minberi sonradan ahşap olarak yapılmıştır.(Fotoğraf 5)
Caminin kuzey-batı köşesinde tek şerefeli minaresi yer alır. Minarenin kürsüsü duvarın kalınlığından yaralanarak içine gizlenmiştir. Prof. Dr. Semavi Eyice, üzerinde durulmaya değer bir nokta olarak minarenin caminin iki duvarının birleştiği yerde inşa edilmiş oluşunu göstermekte ve Mimar Sinan’ın orta büyüklükteki camilerde bu şeklide sık sık tekrarladığını sözlerine eklemektedir.
Daha önce Sinan camilerinde görülmemiş bir özellik olan çift cepheli revak sistemi bu camide uygulanmıştır. Aptullah Kuran’a göre bu uygulamanın iki sebebi olabilir. Nedenlerden ilki caminin batı cephesine yapışık türbeyi doğu cephesinde bir başka mimari öğeyle dengelemek, ikincisi ise orta avlunun çevresindeki iki yanlı revak dizileri yaratarak aynı avluyu paylaşan karşılıklı cami-medrese düzenini daha serbest bir konumda tekrarlamak istemiş ve bunu yaparken de medresenin iki kollu revak sistemini ters çevirip camiye uygulayarak medrese ile cami arasındaki akrabalığı vurgulamak istediği anlaşılır.(Fotoğraf 6)
Caminin kuzeydoğu köşesine birleşik olarak yapılan türbe, 4×4,50m ölçülerinde kareye yakın bir plan şeması sergilemektedir. Bu yapının üzeri aynalı tonoz ile örtülmüştür. Deniz tarafından bakıldığında türbenin üst örtüsü, caminin üst örtüsünden sonra gelen ikinci bir basamak gibidir.(Fotoğraf 7) Türbeye giriş Camiye girişte olduğu gibi kuzey yönden birkaç basamak yardımı ile çıkılan sade bir kapı ile sağlanmaktadır. Altta dikdörtgen, üste sivri kemerli olmak üzere iki farklı pencere tipi uygulanmıştır. Türbenin kapısının yıkılmasından önce kapıda bir kitabe yer alır. Bu Kitabe günümüzde kara yönündeki giriş kapısının yanındaki duvarda yer almaktadır (Fotoğraf 8). Kitabe de:
“Ne yazılmışdur oki meşhedimün taşında
Sergüzeştüm bilinsin dirsen eğer başımda
Ya İlahi son nefesinde Şemsi-i bi-çarenin
Cürmine kılma nazar bir a’mal yüzünden dahi”
Oldukça sade bir yapı olan türbenin sağ tarafında Şemsi Ahmet Paşa’nın sandukası yer almaktadır. Yine sağda türbe içinden camiye açılan tunç şebekeli yuvarlak kemerli açıklığın kemer taşının üzerinde yeşil zemin üzerine sarı kabartma harfler ile yazılmış bir ayet yer almaktadır. Cami’nin Türbe’ye açılan duvarının sağ tarafında pano içinde Kâbe örtüsü yer alırken tunç şebekenin sağında ve solunda duvar içine açılmış dolaplar bulunmaktadır. (Fotoğraf 9) Türbe içinde de süsleme olarak kalem işlerine rastlanılır. Tonuzun tam ortasına rastlayan kare boşluk ve tonoz eteği palmet ve geometrik geçmelerle süslenmiştir.
Medrese, caminin kuzey ve batı tarafında L şeklinde bir plana sahiptir. Kubbeli on iki hücre, bir darü’l-kurrası olan bu güzel yapı bir sıra kesme taş ve üç sıra tuğla olarak inşa edilmiştir. Hücrelerin önünde on sekiz mermer sütunun taşıdığı düz bir çatı ile örtülü olan revak yer alır. Revakları iki çift yeşil ve pembe somaki sütunla onurlandırılmıştır. Sütunlar birbirlerine sivri kemerler ile bağlanmıştır. Sütun başlıkları baklavalıdır.
Medrese hücreleri 2.95×2.95 m ölçüsünde olup kare planlıdır. Hücrelerin her birinin içinde bir veya iki niş ve bir ocak vardır. Duvarlara altlı üstlü ikişer pencere açılmıştır. Köşe odalarında pencere sayısı daha fazladır.
Hücrelerin ortasında 7×7 m ebadında dışa taşkın, medresenin darü’l-kurrası bulunmaktadır. Sağır kubbesi sekizgen bir kasnak üzerine oturmaktadır. Burada altlı üstlü on altı pencere yer almaktadır.
Medrese Şemsi Paşa’nın ölümünden hemen sonra tekke haline getirilmiştir. 1953 yılına gelindiğinde ise revakları camekânlar ile kapatılarak medrese Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi olarak hizmete açılmıştır.
Sinan’ın oran ve orantılarındaki kurduğu eşsiz denge ile bir mimarlık mucizesi olarak görülen külliyesi 1894 depreminde hasar gömüş, 1938’lı yıllara gelindiğinde ise oldukça harap duruma düşmüştür. İbrahim Hakkı Konyalı Abideleri Ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi adlı eserinde caminin ihmal edildiğini, minaresinin yıkılmış, kubbesinin çatlamış, üstündeki kurşunlarının soyulmuş, medrese odalarının ve dershanesinin ahır, ağıl, caminin ise abdesthane haline getirildiğini not düşer. Hatta arsasının satılığa çıkarıldığını 7 Nisan 1938 tarihli Tan gazetesinde yazar. Yazısına şöyle başlar:
“ Kız kulesinden sonra dürbününe Şemsi Paşa sahillerindeki, Hotantoların kulübelerini andıran toprak ve pis kubbeler çarpar. Burası bir mandıra, kubbemsi şeylerde üstüne toprak çekilmiş saman yığınları olacaktır. Ve hayalinin burukluğunu görür…
Sinan için törenler yapıyoruz! Onun sanatını ve dehasını belirtmek için kitaplar hazırlıyoruz. Fakat gözümüzün önündeki en muhteşem ve son eserlerinden birisi olan Şemsi Ahmet Paşa sitesi harıl harıl çöküyor da görmüyoruz! Biraz sonra ayakta duran enkazı da toprağa uzanacak… İmkân varken büyük şairimizin mezarını, camini, medresesini ve dahi Sinan’ımızın incisini kurtaralım. Müzelerimizi, belediyemizi, Evkaf İdaresini, Tarih Kurumunu vazifeye çağıyorum.”
O sırada Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk bu yazıyı okumuş ve ilgili daireye emir verdirerek külliye esaslı bir onarımdan geçmiştir. İki yıl süren onarımı Yüksek Mimar Süreyya Yücel tarafından yürütülmüştür.
Dörtyüzotuzyedi yıl boyunca tarihe tanıklık eden Şemsi Paşa Külliyesi oran ve orantısındaki uyum, külliye yapılarının yerleşimindeki özen ve Boğaziçi’ni kucaklayan yapısı ile Sinan’ın eserleri arasında ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Bu yazıda da ele aldığımız gibi yaşadığı dönemde adından sık sık bahsettiren Şemsi Ahmet Paşa, yaptırmış olduğu külliyesi ile ismini günümüzde de yaşatmaktadır. Koca Sinan’ın imzası olan bu eser ihtişamlı duruşu ve döneminin mimarisinden anlatacakları ile ziyaretçilerini beklemektedir.
Yüksek Lisans Sanat Tarihi Öğrencisi
GÜLŞAH PALA
KAYNAKÇA
-AYVANSARAYİ, Hüseyin; Hadikatü’l- Cevami, İşaret Yayınları, 2001, s.602–605
-CANSEVER, Turgut; Mimar Sinan, Albaraka Türk Yayınları, İstanbul, 2005,s.389–394
-ETHEM, Halil; Camilerimiz, İstanbul Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1932,s.69–70-
-EYİCE, Semavi; İstanbul Minareleri, Türk Sanatı Araştırmaları ve İncelemeleri, I,İstanbul, 1963, s.5
-HASKAN, Mehmet; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi Araştırma Merkezi, I, İstanbul, 2001,s.347–352
-HASKAN, Mehmet; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi Araştırma Merkezi, II, İstanbul, 2001, s.626–627
-HASKAN, Mehmet; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, Üsküdar Belediyesi Araştırma Merkezi, III, İstanbul, 2001, s.1242–1244-
GÜLTEKİN, Gülbin ;“ Şemsi Paşa Külliyesi” , Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.7,Ankara,1994,s.157–159
-İNCİCİYAN, P.Ğ. ; Asırda İstanbul, (çev.) Hrand D. Andreasyan, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1956,s.108–111
-KONYALI, İbrahim Hakkı; Abideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, c.I, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, c.I, İstanbul,1976, s.281–292
-KONYALI, İbrahim Hakkı; Abideleri ve Kitabeleriyle Üsküdar Tarihi, c.I, Türkiye Yeşilay Cemiyeti Yayınları, c.II, İstanbul,1976, s.291–293,407–408-
-KÖMÜRCÜYAN, Eremya Çelebi; İstanbul Tarihi 17.asırda İstanbul, çev. Hrand D. Andreasyon, Eren Yayınevi, İstanbul, 1988, s.262
-KUCUR, Sadi, “Üsküdar Şemsi Paşa Camii Haziresi Mezar taşları”, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun Doç. Dr. Ahmet Emre Bilgili v.d (ed.), Üsküdar Sempozyumu Bildirileri, II, İstanbul,2003, s.26–58
-KURAN, Aptullah; Mimar Sinan, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986, 193–196,333-
-NECİPOĞLU, Gülru; Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s.657–664
-TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit; “Üsküdar ve Şam arasındaki köprü: Şemsi Ahmet Paşa ve mimari eserleri”, Dr. Zekeriya Kurşun Doç. Dr. Ahmet Emre Bilgili v.d (ed.), Üsküdar Sempozyumu Bildirileri, II, İstanbul,2003, s.9–25
-YETKİN, Kemal; “Şemsi Paşa Külliyesi”, Sanat Dünyamız, Sayı:19, İstanbul,1980,s.3–9
-YÜCEL, Erdem; “Üsküdar Şemsi Ahmet Paşa Cami Restorasyonu”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, İstanbul, 1988, S.24, s.45–49
-YÜCEL, Erdem; “Şemsi Paşa Külliyesi”, Arkitekt, , S.336, 1969, s157–160