Antikite’nin Helenistik sanatı ve düşünüşü ile yavaş yavaş klasik Grek anlayışını yitirdiğini ve dünyevi değerler yanında manevi değerlere, erdeme doğru yöneldiğini, bu çağ filozoflarının görüşlerinden anlıyoruz. Dikkat edilirse, Grek klasik görüşü ile Hıristiyan dünya görüşü, tamamen birbirlerine zıt görüşlerdir ve birden bire ortaya çıkmaları söz konusu olamaz. Biz aşağı yukarı, Grek klasik çağının üzerinden geçen 300 yıl içinde, Hıristiyanlık dünya görüşünün hazırlandığını biliyoruz. Grek toplumunun dünya görüşü ile Hıristiyanlık dünya görüşlerinin kısa bir karşılaştırılması, bu iki dünya görüşünün kendibünyelerine uygun ayrı ayrı sanatları gerektireceğini açıklar.
Grek, bu dünyada yaşayan ve insanlarla teması olduğuna inandığı tanrılara tapıyordu. Bu tanrılar, bütün dünyevi, cinsel duygularına rağmen kendilerini tanrı olarak kabul ettiriyorlar. Antikiteli için dünyevi değerler, tanrısal nitelik olabiliyor. Bütün hareketleri ve yaşayışı ile dünyevi olan Grek tanrıları, maddi güzelliğe ve insani fizik yapıya sahiptirler. Hıristiyanlık ise, maddi bütün dünyevi değerleri, aldatıcı değerler olarak kabul ediyor. İlk Hıristiyanlar için dünyevi bütün değerler hakiki değerlere ulaşabilmek için birer engeldir. İlk Hıristiyanlar öbür dünyanın, Grekler ise bu dünyanın değerlerine bağlı idi. Grek, Hıristiyanlar gibi, öbür dünyanın kurtuluş yeri olduğunu düşünüyordu. Grek, taptığı tanrıyı insallaştırıyordu11.
Hıristiyanlar dini törenlerini yapabilecekleri, bu tören sonrasında İsa’nın etini ve kanını simgeleyen şarabı paylaşabilecekleri ve vaftiz olabilecekleri bir mekana ihtiyaç duymuşlardır. Yine vaftiz aracılığıyla Hıristiyan olmak isteyenlere dini derslerin verildiği bir mekanda gerekli olmuştur.
Yunan ve Roma tapınakları Hıristiyan kültü için uygun değildi. Tapınakların içinde tanrı heykelleri ve resimleri, bulunur, inananlar ise tapınak dışında, rahip tarafından üzerinde gerçekleştirilen kutsal kurban törenini yakından izleyebilecekleri altarın yakınında yer alırlardı. Oysa Hıristiyanlıkta önemli olan sadece vaftiz edilmiş, böylece kutsanmış insanların birlikteliğiydi. Bu anlamda Hıristiyanlık, Mithras kültü, Mısırlıların dini inancı ve Yahudi inancına yakındı. Yani bu inançlarda da, Hıristiyanlarda olduğu gibi, inananların kapalı alanda bir arada olmaları söz konusuydu[1]12.
Hıristiyanlar, birlikte ibadet etmek, vaftiz olmak, dini dersler almak ve olası dahilinde ölülerini gömmek için kapalı mekanlara ihtiyaç duymuşlardır. Farklı yazılı kaynaklarda aktarılmakla birlikte, arkeolojik açıdan 200 yılı öncesine tarihlenebilecek Hıristiyanlara ait bir yapı henüz belirlenememiştir. Çünkü bu erken dönemlerde inananlardan birinin evi dini törenin ve Kutsal Kitap’tan okumaların yapıldığı kapalı mekan olarak kullanılmış, vaftiz ise ya akan suyun bulunduğu herhangi bir açık alanda ya da bir odada gerçekleştirilmiştir. “Eklessia”, Hıristiyan cemaatin toplandığı mekanı, evi değil, cemaatin kendisini ifade eder. Törenin yapıldığı mekan, kült aracılığıyla kutsanmış sivil bir mekandı. Erken dönemde mekanı tamamlayıcı mimari unsurlar, resim ya da kabartmalar yoktu. Böylece hem Hıristiyan mimarisinin hem de resim sanatının 200 yılı öncesinde örnekler vermediği söylenebilir. Hıristiyanlığa o dönemde sıcak bakılmaması, bu dine üye olanların cezalandırılması gibi etkenler de bu düşünceyi desteklemektedir13.
İlk Bizans dini mimarisi antik sanattan Bizans sanatına geçiş dönemini yaşamıştır. Erken devir Bizans mimarisinde, önce Konstantin ve Teodosius sülaleleri hüküm sürmüştür. Bu devrin en önemli iki olayı Konstantin’in 4.yy.’ın ilk yarısında Hıristiyanlığı serbest bir inanç haline getirmesi ve İstanbul’u ikinci başkent seçmesidir. Hıristiyanlık serbest bırakılınca dini mimari birden ortaya çıkmıştır14.
Antik dinlerin tersine Hıristiyan eşitlikçiliği, inananları bir tapınakta, ecclesia’ da toplar ve tapınak yalnızca rahiplerin girdiği Antik tapınağın cella’sı değildir artık. Öte yandan pagan tapınakların kiliseye dönüştürüldüğü – bunların en ünlüsü Parthenon’dur –bazı özel durumlar bir yana bırakılırsa, Antik çağın dinsel binalarının, yeni dinin inananlarını kabul edecek yeterli mekanları olmamıştır. Bu durumlarda, ibadet uzamının maddesel olarak değiştirildiğine sık sık tanık olunur. Kimi tapınakların cella’ları taş taş sökülmüş ve peristil’in sıra sütunları dışında yeniden inşa edilmiştir; bu durumda peristil, ana nef’le yan nef’leri ayırmak üzere yerinde kalmıştır. Böylece doğal olarak, dinsel anlam içermeyen bir toplantı yeri olarak var olan bazilika modeline ulaşılmıştır15.
Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalan topraklarda 1. Ve 2. Yüzyılda Hıristiyan cemaatinin kullandığı bir yapı belirlenememiştir. 1. Yüyıl ortalarında Balkanlar’ın güneyinde ve Anadolu’daki birçok küçük şehirde Hıristiyanların olduğu yazılı kaynaklarda belirtilir. Bunlar Hıristiyanlığı kabul eden Yahudilerdir. Aziz Paulus misyon gezilerinde Anadolu’da birçok yeni Hıristiyan cemaati oluşturmuş, var olanları da ziyaret etmiştir.
- yüzyılda Hıristiyan olanların sayısı artmıştır. Ancak birlikte ibadet edilen yer olarak yine evler kullanılmıştır. Göründüğü kadarıyla 3. Yüzyıl içindeki bir dönemde bu özel evlerden bazıları cemaatin ortak kullanım alanlarına dönüştürülmüştür. Yine de yazılı kaynaklarda bu konudaki veriler eksik olup arkeolojik olarak da tespit edilememiştir.
Roma İmparatorluğu’nda Constantinus Öncesi Dönem’de yapılmış kiliselere ait az sayıda kalıntı vardır. Bu yapılara ait veriler az sayıdaki yazıtlar ve yazılı kaynaklardaki anlatımların dışına çıkmamaktadır. Aynı döneme ait Roma kentindeki bilgiler daha iyidir. Burada 4.-5. Yüzyıla ait kiliselerin altında yapılan kazılarda eski ev kalıntıları belirlenmiştir. Sahipleri evlerin tümünü ya da birkaç odasını Hıristiyanlara vererek, burada ortak ibadet yapılmasını sağlamışlardır. Zamanla yıkılarak, bulundukları yere kiliselerin yapıldığı bu evlerin girişinde ev sahibinin adı(Lat. Tituli) yer almıştır. Roma’da bu tarzda yapılmış toplam 25 kilise bulunmaktaydı (S. Clemte, S. MartinoaiMonti, SS. Giovanni e Paolo, S. Sabina). Kiliselerin altındaki Antik Çağ ev kalıntısı –S. Clemente’de olduğu gibi ziyaretçiler tarafından büyük ilgi görmektedir. Ancak bu evlerde eukharistik ayinin, vaftizin ya da henüz dine kabul edilmeyenlere verilen derslerin hangi odalarda yapıldığı belirlenememektedir.
Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Suriye’nin doğusunda, Fırat kıyısındaki küçük bir kent olan Dura Europos’ta arkeolojik açıdan kanıtlanabilen bir ev kilise bulunmaktadır. Şehir duvarlarından sadece küçük bir sokak aracılığıyla ayrılan ev, 232/33 yılında kiliseye çevrilmiş ve iç mekan bu maça yönelik unsurlarla donatılmıştır. 256 yılında Sasaniler tarafından yıkılan şehir, birdaha yerleşim yeri olarak kullanılmamıştır. Ev, Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde ibadet odası ve vaftiz odasına yer veren, az da olsa o dönem yazılı kaynaklarında anlatılan ( bunlardan biri de Suriye’de 3. Yüzyılda yazılmış, kilise düzenini anlatan Didaskalia’dır) bir ibadet yapısının nasıl olması gerektiğine bir anlamda ışık tutan tek örnektir. Ev, kiliseye dönüştürülürken iki küçük odası birleştirilerek büyütülmüş ve birlikte ibadet edilebilcek yaklaşık 13. 5 m boyutlarında bir mekan haline getirilmiştir. Odanın kısa kenarında, üzerinde ahşaptan olduğu düşünülen rahip sandalyesinin durduğu alçak bir podyum yer almıştır. Küçük bir oda vaftiz için düzenlemiş, duvarları Tevrat ve İncil’den alınan konularla süslenmiştir. İbadet ve vaftiz odası arasındaki bölüm, henüz dine katılmamışlara ders verilmesi için kullanılmıştır. Evin var olan ikinci katı, yapının kiliseye dönüşümü sırasında rahip ve ailesinin evi olarak kullanılmıştır.
Roma İmparatorluk sınırları içindeki bölgelerde çok sayıda farklı plan ve malzemeye sahip ev, kilse olarak kullanılmıştır. Dura Europos, ihyiyaca göre evlerin, küçük değişikliklerle kiliseye dönüşmelerinin sağlandığını gösteren önemli bir örnektir.
3.yüzyıl sonu ile 4. Yüzyıl arasında Hıristiyan nüfusun sayısı hızla artmıştır. Buna paralel olarak da daha büyük kiliseler yapılmıştır. Bu durum, az sayıda korunabilmiş farklı yazılı kaynaklardaki anlatımlardan da anlaşılmaktadır. Örneğin Lactantius (de mortibuspersecutorumxıı) Nikomedeia’da (İzmit) İmparator Diocletianus’un sarayından görülebilen, şehre hakim meydanların birinde oldukça yüksek bir kilisenin varlığından bahseder. 303 yılında Diocletianus kilisenin yıkılmasını emretmiştir. Henüz şafak vakti, yanlarında hazine sorumlusuyla, üst düzey askerler ve bunların komutanı kiliseye geldiler. Kapılar kırılarak tanrının resmi arandı. Bulunan yazılı belgeler yakıldı. Askerlere yağma izni verildi ve bunlar sağa sola koşarak herşeyi çaldılar ve yıktılar. İmparator Diocletianus ve Maximianus, sarayın terasında kiliseyi görebilecekleri bir konumdaydılar. İkisi de kiliseyi yakıp yakmamakla ilgili kesin karar veremediler. Diocletianus yangının büyük olacağı ve şehrin bir kısmına da yayılacağını tahmin etti. Koruma birliğinin askerleri (praetorian’lar) balta ve demir çubuklarla her yönden saldırdılar ve kentte oldukça yüksek kiliseyi birkaç saat içinde yerle bir ettiler.
Constantinus Öncesi Dönemde yaılmış büyük kiliseler Eusebios tarafından anlatılmıştır. Tyros (Lübnan’da)PsikoposuPaulinos 317 yılındaki bir konuşmasında, kentin yeni katedralinin açılışını anlatır. Katedral, Diocletianus tarafından yıktırılan kilise yerine yaptırılmıştır. Yeni kilise üç nefli, bazilikal planlı, avlusu olan bir yapıdır.
İspanya-Elvira’da 306 yılında piskoposlar tarafından yapılan bir toplantıda, kiliselerdeki figürlü duvar resimlerinin yapımı yasaklanmıştır. Yasağın getirildiği kiliseler ve resimlerin görünümü hakkında bilgi sahibi olunamamıştır. Ancak Dura Europos’takine benzer küçük yapıların yerine, İspanya’da bugün mevcut olmayan çok sayıda büyük kilisenin var olduğu kabul edilmektedir. Constantinus Öncesi Dönem’e tarihlendirilebilen bazı kilise kalıntıları vardır. Bunlar , teknefli büyük bir salondan ibaret Roma’daki Crisogono(28.15,5 m ), Salono’da kısa kenarlarından birinde ana girişi, uzun kenarlarından birinde açık bir ön mekanı bulunan küçük bir kilise ve kısmen kazılarla ortaya çıkarılan PhilippiOktogon’udur.(Kuzey Yunanistan)
Bir döşem mozaiğinde adı yazılı oan Piskopos Porphyrius, 342 yılında Serdica’da (Bulgaristan, Sofya) yapılan toplantıya katılmıştır. Yazıta göre mozaik, kiliseden daha sonraki bir tarihte, 324 yılında Constantinus’un Doğu’ya hakim olmasından önce yapılmış olmalıdır. Seleuka (Silifke) yakınlarındaki Meryemlik’te (Ayatekla) yer alan Thekla Kilisesi altındaki mağaranın ilk olarak hangi dönemde Hıristiyan ibadeti için kullanıldığı ve bunun ne zaman üç nefli bir kiliseye dönüştürüldüğü bilinmemektedir.
Aquileia’da (Kuzey İtalya) 313-319 yılları arasında yapılan Çifte Kilise, Constantinus Öncesi Dönem’e ait kiliselerin görünümü hakkında fikir verir. Biri oldukça büyük, iki sade salondan oluşan kiliselerin döşemeleri mozaikli olup, duvarlarının da resimli olduğu kabul edilir. Constantinus Öncesi Dönem’debazilikal planlı kiliselerin yapılıp yapılmadığı kesin değildir. Kaynaklarda Kuzey Afrika’da “basilicae” kelimesinin kullanıldığı yazılı olmakla birlikte, bununla günümüzde bazilika olarak adlandırılan bir yapı tipinin mi anlatılmak istendiği kesinleşmemiştir.
311-313 yıllarındaki fermanlar, özellikle de 313 yılındaki Milano Fermanı ile Hıristiyan dini serbest bırakılmış ve diğer pagan dinlerle eşit sayılmıştır. Daha önce imparator ve diğer önemli kişilerin tapınak yaptırma geleneği Constantinus tarafından da devam ettirilmiştir. Constantinus’un 312 yılında Milvus Köprüsü’nde Maxentius’u yenmesine yardımcı olan tanrıya teşekkür etmek, kendisinin de kutsal bir kişi olduğunu göstermek ve Hıristiyanları desteklemek amacıyla kiliseler yaptırması, onun önemli bir görevi olmuştur. Ancak bunları yaptırırken pagan tapınakları da onartmış, hatta yeni başkent Konstantinoupolis’te yeni tapınaklar yaptırmıştır.
313 yılından sonra imparatorluğun diğer bölgelerinde de çoğunlukla İmparator Büyük Constantinus, oğulları (II. Constantinus 337-340, Constans 337-350, II. Constantius 337-361 ve piskoposların emriyle büyük kiliseler yapılmıştır.
Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Büyük Constantinus tarafından yapımına başlanıp daha sonra bitirilen kiliseler belirlenmiştir. Bu yapılara aşağıda özetle değinilecektir.
Constantinus zamanında yapılmış, yazılı kaynaklarda aktarılan birçok kilise ya tamamen yok olmuş, ya da çok az kalıntıyla günümüze ulaşmıştır. Bu nedenle yapıların birçok özelliği belirlenememekte, sadece bazı öneri çizimlerle nasıl olabilecekleri hakkında fikir yürütülmeye çalışılmaktadır.
Yazılı kaynaklar içinde bugün 6. Yüzyıl örneği korunmuş, ancak Constantinus zamanına kadar geri giden LiberPontificalis (Papaların Kroniği), Filistin-Caesarea Piskoposu Eusebios’un yazdığı(ölümü 339) VitaConstantini (Constantinus’un Yaşamı) ve Kiliseler Tarihi isimli eserler aracılığıyla Constantinus zamanında ve bu dönemde yapılmış kiliseler hakkında bir fikir edinilebilmektedir.
Planlarının farklılığı, neflerin sayısı, oranları, sütunlar üzerinde arkad ya da arşitrav kullanımı, apsis biçimleri ve diğer yönleri ile bu dönem yapıları ilginç örneklerdir. İlk yapı Roma’daki Salvator Kilisesi’dir. (Koruyucu İsa adıyla kutsanmış, 313 yılında yaptırılmış “BasilicaConstantiniana”, bugünkü S. Giovanni in Laterano). İmparator Constantinus tarafından Roma piskoposu için yaptırılan kilise, beş nefli, batısında apsisi, doğusunda girişi ve apsis önündeki yan neflerin dış duvarlarına bitişik olarak yapılmış alçak seviyedeki ek yapılarıyla bir bazilikadır. 315 yılında tamamlanan, sadece kaynaklarda adı geçen Tyros Kilisesi, ön avlusu olan bir bazilikaydı. 313-319 yılları arasında Piskopos Theodor (Theodolus) zamanında Aqueileia’da yapılan Çifte Kilise, destekleri ahşap, iki büyük salondan oluşmuştur.
Roma’daki büyük beş nefliPetrus Kilisesi’nin (S. Pietro in Vaticano) yapımına 319 yılında başlanmıştır. Erken Hıristiyan mimarisinde enine nef ilk defa bu yapıda, altta yer alan Aziz Petrus’un mezarını vurgulamak için yapılmıştır. Yazıtıyla 324 yılına tarihlenen El Asnam Kilisesi (CastellumTingitanum;önceleriOrleansville; Cezayir) yine beş nefli, ancak daha küçük ölçüde bir yapıydı. Kilisenin doğu bölümünün düz bir duvarla sınırlandırılmış olması, Kuzey Afrika’da daha geç dönemlere ait yapılarla ilişkisini gösterir. Cirta’da (Constantine, Cezayir) Constantinus tarafından yaptırılan iki kilise hakkında fazla bilgi yoktur. Trier’deki (Almanya) büyük kilise kompleksinin yapımına 384/400 yılları arasında başlanmıştır. Constantinus, Roma-ViaOstiense’de Aziz Paulus içinde bir kilise yaptırmıştır. Görünümü hakkında bilgi sahibi olmadığımız kilise yıkılınca aynı yere,384/400 yılları arasında beş nefli büyük bir bazilikaya ait kalıntılar kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Roma’daki S.Croce (Kutsal Haç Kilisesi) 324 yılından önce imparator emriyle, duvarları eski bir saraydan yararlanılarak yapılmış bir yapıdır. Güney İtalya’da Napoli ve Capua’daConstantinus’un yaptırdığı kiliseler sadece yazılı kaynaklarda aktarılır.
Roma’daki bir grup kilise, şehir duvarları dışında mezarlar üzerine yapılmıştır (SS. Marcellino e Pietro,320; S. Lorenzo,326/30; S.Agnese,338/353;Constantinus’un ya da oğullarından birinin yaptırdığı BasilicaApostolorum; S. Sebastiano, ViaPrenestina’daki anonim yapı, 351-386). Bu kiliselerin ortak özellikleri, yan neflerin orta nefi U formunda çevrelemeleri ve bir çevre koridoru oluşturmalarıdır. Kiliselerden ikisinin bitişiğinde, imparator ailesinin bazı üyeleri için yapılmış, yuvarlak planlı mausoleumlar (S. Agnese’de S. Costanza ,Marcellino e Pietro’da Tor Pignattara ,Tor de Schiavi’dekiananim yapı, yakınındaki mausoleumla bağlantılı görünmemektesir, daha sonraki dönemde yapılmış olmalıdır.) ve kısmen hala korunabilmiş mezarlar bulunmamaktadır (S.Sebastiano). Kkiliselerin yakını ve altındaki mezarlar dışındaiçmekanlarında da mezarlara yer verilmiştir. Bu nedenle çevre koridorlu kiliseler, cemaat kilisesinin yerine hacıların ziyaret edebildiği, yakınlarının ise anma törenleri gerçekleştirebildikleri mezarlıklar olmuştur. Bu plan tipi ve işlevi Constantinus Dönemi Sonrası’nda ve genel anlamda Hıristiyanlığın yayıldığı bölgelerde de uygulanmayarak Roma’ya özgü kalmıştır.
İstanbul’un imparatorluğun yeni başkenti olarak kurulması ile birlikte Constantinus, burada da birçok kilise yaptırmıştır. Ancak bu yapılardan günümüze hiçbir kalıntı kalmamış, yapılar sadece yazılı kaynaklarda isimleri ile anılmış, daha geniş bilgilere yer verilmemiştir. Bugünkü HagiaEirene, piskopos kilisesi olarak Constantinus zamanında yapılmıştır. Ancak yapının plan tipi hakkında bilgi yoktur. Yine HagiaSophia’nın yerinde Constantinus’un yaptırdığı (Büyük Kilise) kilise bulunmaktaydı. Bu yapı daha sonra II. Theodosiuszamanında,daha önce Roma’da görülen tarzda beş nefli bir bazilika olarak, yapılmış olmalıdır. Constantinus tarafından yaptırılan, kendisinin de mezarının bulunduğu, haç planlı(tek ya da üç nefli haç kollarıyla) On İki Havari Kilisesi, 1461 yılında yıkılarak yerine Fatih Sultan Mehmet Camii yaptırılmıştır. Kilisenin doğusunda ki yuvarlak planlı olduğu kabul edilen mausoleum, daha sonra imparator ailesi için eklenmiştir. Daha sonraki dönemlerde sıkça kullanılan haç plan ilk defa bu kilisede uygulanmıştır. Kilise ve mausoleumu ve SS. Marcellino e Pietro-Tor PignattaraMausoleumu ile Roma’da vermiştir.
324 yılında Constantinus, Licinus’u yenerek imparatorluğun tek hakimi olur. Özellikle annesi Helena’nın 326 yılında Filistin’i ziyareti ile Constantinus, Kutsal Topraklar’da da farklı plan ve kombinasyonlara sahip birçok kilise yaptırır. İsa’nın mezarı üzerine 325/26 yılından itibaren büyük bir kompleks yapılmıştır. Ahşap konstrüksiyonlu kubbeye sahip, çevre koridorlu ve yuvarlak planlı AnastasisRotondu ya da Mezar Rotondu daha sonra Erken Hıristiyanlık Dönemi ve Ortaçağ’da yapılacak bir dizi kilisenin öncüsü olmuştur. Yapının doğusunda bir ön avlu bulunmaktadır. Avlu doğuya doğru genişletilerek yine avlulu beş nefli büyük bir bazilika yapılmıştır. Böylece mezarın üzerindeki merkezi planlı martyrion ile bazilikal planlı bir cemaat kilisesi olağanüstü bir bütünlükle bir araya getirilmiştir. Roma’daki St. Peter de aynı düşünceyle ancak farklı bir planda yapılmıştır. Beytüllahim’deki Doğuş Kilisesi 333 yılında tamamlanmıştır. Cemaatin bir arada dini tören yapması ve hacıların ziyaret edebilmesi için burada da İsa’nın doğduğu mağara üzerine sekizgen bir yapı yapılmış, bunun batısına ise avlulu beş nefli bir bazilika eklenmiştir.
Zeytin Dağı üzerinde ki Eleona Kilisesi de 333 yılında tamamlanmış olup farklı plan özellikleri gösterir. Kilise yine avlusu olan üç nefli bir bazilikadır. Efsaneye göre İsa’nın havarilerine ders verdiği mağara, bazilikanın altar odasının altında yer alır. Yapı nın çokgen apsisi daha sonra imparatorluğun doğusunda yapılan birçok kilisenin apsisinde tekrarlanmıştır. Beytüllahim’in güneyindeki Mamre’de, İbrahim’in kendisini ziyaret eden üç adam ağırladığı meşe ağacı ve çeşmenin bulunduğu yere Constantinus, 333 yılında bir kilise yaptırmıştır. Kilise daha önce var olan bir yapının kalıntıları üzerine yapılmış, çok kısa fakat geniş, doğuda yan odaları olan, doğu bölümü düz bir duvarla sınırlandırılmış bir örnektir. Yapının apsisi yoktur. Bu özellik bazı genç dönem Yakındoğu kiliselerinde de uygulanmıştır. Yakındoğu’nun kültür merkezlerinden Antiochia ad Orontem’de (Antakya) Constantinus zamanında yapımına başlanan katedral, plan tipiyle farklılık gösterir. 526 yılında yanmış, 537/38 yılında tekrar yapılmış 558 yılında ise depremde tamamen yok olmuş yapının, tam olarak şehrin neresinde yer aldığı bilinmez. Yaılı kaynaklardaki anlatımlardan katedralin sekizgen planlı, çift koridorlu, batısında apsisi olan bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Katedral daha sonra birçok çeşitlemesi görülen en eski sekizgen, bununla birlikte en eski çevre koridorlu merkezi planlı yapı örneğidir. ConstantinusHeliopolis’te de (Baalbek, Lübna) üç nefli bir kilise yaptırmıştır. Batıda, dışta köşeli görünüme sahip üç apsis Constantinus zamanı sonrasında yapılmıştır. Constantinus, Roma’da Salvator Kilisesi ile isimli bir vaftizhane de yaptırmıştır. Yapıldığı dönemde yuvarlak planlı olan yapı, daha sonra çevre koridorlu ve orta bölümü kubbeli bir sekizgene dönüştürülmüştür. Bu planıyla vaftizhane, Roma Dönemi hamam yapılarındaki odaların ve mausoleumların geleneğini devam ettirir. Yapı ayrıca merkezi planlı ve başka bir yapıya bitişik olmayan serbest tarzda yapılmış vaftizhanelerin öncüsüdür. Kiliseler doğu-batı doğrultusunda, girişleri arazi uygun olduğu takdirde batıda, zaman zaman da yerel geleneklere uygun olarak doğuda yapılmıştır. 4. Yüzyıl sonundan itibaren girişler batıda, altar odası ise doğuda yer almıştır.
Constantinus zamanı yapıları, iç mekanları zengin donanımlı, dış görünüşleri sadedir. İç mekanın zengin süslemeli oluşu LiberPontificalis’te (Papaların Kroniği) anlatılır. Ancak herhangi bir kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Daha sonra yapılan kiliseler, Constantinus zaman yapılarının taban mozaikleri, duvar kaplamaları, tavan süslemelerihakkında fikir verir. Constantinusamanı mimarisi için kısaca şunlar özetlenebilir: Kısa süre içinde farklı planlara sahip kiliseler yapılmıştır. Örneğin, bazilikalarda yapılan çeşitlemelerden biri, enine nef uygulamasıdır. Merkezi planlı yapılar çevre koridorlu yuvarlak, sekizgen planlı ya da serbest haç planlı yapılardır. Bu dönemde ilk vaftizhaneler de yapılmıştır. Bazilikanın bu kadar hızlı yerel özellikler de çeşitlemeler göstermesinin nedeni, Constantinus Öncesi Dönem’de de bazilikaların, örneğin Kuzey Afrika, Suriye ve Filistin’de kullanılıyor olması ve mimarların var olan bu eski yapı planını yeni din için uygulamalarıdır.
- yüzyıl ikinci yarısından başlayarak sadece şehirlerde değil, küçük yerleşimlerde de sayısız kilise yapılmıştır. Genelde bazilikal plan standartlaşmış, ancakyerel özelliklerde bu plana eklenmiştir. Yazılı kaynaklarda adı geçen yüzlercekilise ya tamamen yok olmuş ya da kısmen duvar kalıntılarıyla günümüze ulaşmıştır. Bunun yanında çeşitlemeleriyle merkezi planlı yapılar yapılmaya devam edilmiştir. Özellikle Akdeniz Bölgesi bu anlamda zengin örnekler sunar. Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait eski yapılar yeniden kullanılmıştır. Kiliselerin iç mekanları engin bezemelidir, ayrıca manastırlar yapılmış, hac merkezleri de bu dönemde oluşmuştur.
Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde farklı yapı tipleri geliştirilmiştir.
Bunlar:
- Tek nefli ( boyuna , dikey dikdörtgen) yapılar,
- Bazilikalar,
- Merkezi planlı yapılar,
- Enine (yatay) dikdörtgen yapılar,
Tek nefli yapılar ile başlayacak olursak, oldukça sade olan bu form, kiliseler için sıkça kullanılmıştır. Genelde küçük olan bu yapılar basit malzemeden (Hierapolis, Pamukkale Domitianus Kapısı yakınındaki şapel gibi ), bir kısmı ise oldukça büyük boyutlarda düzgün kesme taş malzeme ile yapılmıştır. Kilikia-Cennet Cehennem’deki bir kilise, mağara içinde yer aldığı için çatısı olmayan, gruba dahil önemli bir örnektir. Tek nefli yapıların bazılarında, doğu bölümün kuzey ve güneyine yapılan yan odalarla bir T formu oluşturulmuştur. Kayseri’nin kuzeydoğusunda, bugün yıkık olan, Küçük Bürüngüz’deki kilise bu tipe örnektir. Bazı örneklerde ise, kare planlı bölümün üzerinde bir kule yükselir, hatta kubbeile örtülür.(Sivrihisar’daki Kızıl Kilise). Iustinianus zamanında genel olarak mimaride büyük ölçülere sahip kubbe kullanılmış, buna paralel olarak bazı tek nefli kiliselerde de üst örtüde kubbelerin kullanıldığı görülmüştür.(Philadelphia ,Alaşehir, Hagiosİoannes; Sardeis’te işlevi belli olmayan “D Yapısı”).
Bazilika sözcüğü Yunanca basilike stoa ve “krali salon” kelimelerinden, Laztincebasilica kelimesinden türetilmiş ve genellikle çok nefli, dikdörtgen planlı toplantı mekanlarını ifade etmek için kullanılmıştır16.
Bazilikalar uzunlamasına, gelişmiş mekan düzenine sahip, sütun dizilerince taşınan bir yapı türüdür. İlk bazilikalar Romalılar tarafından yapılmışlardır. Bunlar din dışı kamusal işlevlere hizmet eden yapılardı.Kilise işlevi gören Hıristiyan bazilikaları bunları örnek almışlardır17. Bazilika: Batı-doğu ekseni üzerinde uzanan dikdörtgen planlı yapılardır. Doğu duvarı bazilikanın kutsal duvarı olup, dışarıya doğru yarım daire biçiminde çıkıntı yapan apsis bulunur (camilerde mihrap gibi). Apsisin önünde bulunan kutsal bölüm (bema) Aziz’in bulunduğu yerdir. Bazilikaya giriş batı yöndedir. Bu yönde bazilikaya girmek için hazırlık mekanı (geçiş mekanı) nartex (narteks) bulunur. Batı-doğu yönündeki bu dikdötrgen yapının içi sütun dizileri ile neflere (sahın) ayrılmıştır. Çoğunlukla iki sütun dizisi ile üç nefe ayrılmışlardır. Ortada kalana (orta nef), orta nefin iki yanında uzananlara ise (yan nef) denir. Bazı bazilikalarda nefleri ( doğu yönünde, apsise yakın) dikine kesen bir nef daha vardır, buna transept denir18
11Adnan, TURANİ; Dünya Sanat Tarihi, İstanbul, 2007
12Guntram, KOCH; Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007
13Guntram, KOCH; Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007
14 Semavi, EYİCE; Hacettepe üniversitesi Sanat Tarihi Ders Notları, Ankara, 1973
15Stefanos, YERASİMOS; Aziz Polyemictostan Ayasofya Kubbeli Bazilikanın Doğuşu, Sanat Dünyamız, Bizans Özel Sayısı, S.69-70, Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1999
16Guntram, KOCH; Erken Hıristiyan Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007
17Metin, SÖZEN-Uğur, TANYELİ; Sanat Kavram ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2001
18 Sevgi, PEKÜN-Lale, ÇOLAKOĞLU; Sanat Tarihi-I, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1998